Nurmektebinde zaman farklı yaşanır. Nurmektebinde aslında bizim için çok kıymetli olan ama bizim bir türlü kıymetini anlayamadığımız zaman kavramının değerini anlayacak ve zamana değer katacaksınız.Nurmektebinde zamanınız Değerlidir.

RİSALE-İ NUR (ŞİİR)

Risale-i Nur

Mazhar-ı esma u sıfat-ı Bediüzzamandır bu.

Mev ud-ü risaletten bizlere fazl-ı ihsandır bu.

Kenz-i mahfide muhit-i mekteb-i irfandır bu.

Hava-i zulmette işrak eden şems-i tabandır bu.


Mişkat-ı misbahtan menşur-u hakikat-ı Kur'ân dır bu.

Mevsim-i asarda yekta bir gülistandır bu.

İrşad-ı feth-i keşifte serencam-ı hidayettir bu.

Sefine-i necatta sırr-ı menzile vusule kaptandır bu.


Leyle-i zulmet-i cehilde nur-u çırağ-ı Yezdandır bu.

Gamgin gönüllerde behçet-i ferah feza-yı şadümandır bu

Şems-i Kur'ân dan akseden nur-u irfandır bu.

Sultanü l-eser ve zübdetü l-meani-i tefsir-i Furkandır bu.


Şeref-i Ehl-i Beyt ve teşci-i Gavs-ı Azamdır bu.

Etba-i Ehl-i Sünnet ve iklim-i marifette sultandır bu.

Maden-i marifet ve ibraz-ı şefkatte ümmü l-enamdır bu.

Cism-i velayette evliyaya ruh-u feza-yı candır bu.


Kevkeb-i muhakkıkinde mü minlere ata-yı Sübhandır bu.

Vahdet-i mevcud ve rahının semasında kehkeşandır bu.

İlm ü marifet bahrinde dürr-i yekta-yı mercandır bu.

İlm ü hakikatte şuledar mahitab-ı ahirzamandır bu.


Müstağrak-ı envar-ı safada gelen bahardandır bu.

Teslim-i rıza ve nezahet-i istiğnada aynı iz andır bu.

Risale-i Nur talebelerine hakikat-i kıble-i imandır bu.

Halil İbrahim (r.h.)



Risale-i Nur

Bu Nur, eser-i tefsiridir o semavi kitabın,

İlan eder hakikati, emr-i hakkı bildirir.

İsyanlara, zulümlere maruz olan cihanın,

Bu asırda gözyaşını nur saçarak dindirir.


Bu eserdir muztarip gönüllere teselli.

Bu kararsız alemin her buhranında nur saçar.

Bu eserdir her zulmette selametin rehberi.

Ehl-i İmân bu sayede, bu eserle hür yaşar.


Masumlara bir öğüttür, gençlerin de rehberi,

Her mazluma "Ağlama" der. "Güleceksin yarın sen."

Tesellisi çok yücedir, ibretlidir dersleri,

Beli bükük ihtiyara müjde verir derinden.


Bu eserdir insanları dehşetlerden dur eden.

Kudret eli hamisidir, hayret-feza hükmü var.

Muannidler teslim olur hükmüne, mağrur iken.

Her serseri filozofu meftun eden Nur u var!


Bu nur eser her bilginin, her mü minin sertacı,

Dertlilerin dermanıdır, her münkiri tokatlar.

Şirklerin hem hedimidir, hem her kaygu ilacı,

Zındık, zalim ilişirse başında volkan patlar!


Ey güç yetmez dehşet veren haletlerden ağlayan!

Fanilere aldanarak kırıldıkça bağırma.

Ey zailden, acizlerden medet umup bağlanan!

Gir bu Nurun alemine, fanileri çağırma.


Ayıl artık gaflet sarhoşluğundan, durma, uyan!

Hevesatın bir ejderdir, kalbini kemirecek.

Yarın mesut olacaktır yoklukta Hakkı bulan.

Nura ver nakd-i ömrü, yarın sana verilecek;

Huzuruna uhrada ihtişamlar serilecek.


Risale-i Nur'un kusurlu hadimi
Zekai





Aziz, sıddık kardeşlerim!

Şimdiye kadar gizli münafıklar, Risale-i Nur'a kanunla, adliye ile ve asayiş ve idare noktasından hükûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz müsbet hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman tedafüî vaziyetinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı. Bilakis tecavüzleri Risale-i Nur'un dairesini genişlettirdi. Bu defa yeni hurufla Asâ-yı Musa'yı tab'etmek niyetimiz, ihtiyarımız olmadığı halde, tecavüz vaziyeti Risale-i Nur'a veriliyor gibidir. Bu hâdisenin ehemmiyetli bir hikmeti şu olmak gerektir:

Risale-i Nur bu mübarek vatanın manevî bir halaskârı olmak cihetiyle şimdi iki dehşetli manevî belayı def'etmek için matbuat âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.

O dehşetli beladan birisi: Hristiyan dinini mağlub eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı, bu vatanı manevî istilasına karşı Risale-in Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'anî vazifesini görebilir. Ve âlem-i İslâmın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ittihamlarını izale etmek için matbuat lisanıyla konuşmak lâzım gelmiş diye kalbime ihtar edildi.

Ben dünyanın halini bilmiyorum, fakat Avrupa'da istilakârane hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilasına karşı Risale-i Nur hakikatları bir kal'a olduğu gibi; âlem-i İslâmın ve Asya kıt'asının hal-i hazırdaki itiraz ve ittihamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeğe vesile olan bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur'u tab'ederek resmî neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belaya karşı siper olsun.

Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı, bu dehşetli asırda acib inkılab ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur'anını, imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi? Her ne ise... Risale-i Nur'a, daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez, daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid'a tarafdarı veya enaniyetli sofî-meşreblileri bazı kurnazlıklarla Risale-i Nur'a karşı -iki sene evvel İstanbul'da ve Denizli civarında olduğu gibi- istimal etmek ve Risale-i Nur'a ve şakirdlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeğe münafıklar çabalıyorlar. İnşâallah muvaffak olamazlar. Risale-i Nur şakirdleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar. "Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz." deyip yatıştırsınlar.

Sâniyen: Mübareklerin pehlivanı hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Büyük Hâfız Ali manalarını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali kardeşimiz bir sual soruyor. Halbuki o sualin cevabı Risale-i Nur'da yüz yerde var. "Risale-i Nur'un erkân-ı imaniye hakkında bu derece kesretli tahşidatı ne içindir? Bir âmî mü'minin imanı büyük bir velinin imanı gibidir, diye eski hocalar bize ders vermişler?" diyor.

Elcevab: Başta Âyet-ül Kübra meratib-i imaniye bahislerinde ve âhire yakın müceddid-i elf-i sâni İmam-ı Rabbanî beyanı ve hükmü ki: "Bütün tarîkatların müntehası ve en büyük maksadları, hakaik-i imaniyenin inkişafıdır. Ve bir mes'ele-i imaniyenin kat'iyetle vuzuhu, bin kerametlerden ve keşfiyatlardan daha iyidir." ve Âyet-ül Kübra'nın en âhirdeki ve Lâhika'dan alınan o mektubun parçası ve tamamının beyanatı cevab olduğu gibi, Meyve Risalesi'nin tekrarat-ı Kur'aniye hakkında Onuncu Mes'elesi, tevhid ve iman rükünleri hakkında tekrarlı ve kesretli tahşidat-ı Kur'aniyenin hikmeti, aynen bitamamiha onun hakikî tefsiri olan Risale-i Nur'da cereyan etmesi de cevabdır.

Hem iman-ı tahkikî ve taklidî ve icmalî ve tafsilî ve imanın bütün tehacümata ve vesveseler ve şübhelere karşı dayanıp sarsılmamasını beyan eden Risale-i Nur parçalarının izahatı, büyük ruhlu Küçük Ali'nin mektubuna öyle bir cevabdır ki, bize hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.

İkinci Cihet: İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil. Bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi, imanın o derece kesretli hakikatları var ki, binbir esma-i İlahiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatlarıyla alâkadar çok hakikatları var ki: "Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir" diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.

Evet iman-ı taklidî, çabuk şübhelere mağlub olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratib var. O meratiblerden ilmelyakîn mertebesi, çok bürhanlarının kuvvetleriyle binler şübhelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şübheye karşı bazan mağlub olur.

Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esma-i İlahiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur'an gibi okuyabilecek derecesine gelir. Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zâtlara şübehat orduları hücum da etse, bir halt edemez. Ve ülema-i İlm-i Kelâm'ın binler cild kitabları, akla ve mantığa istinaden te'lif edilip, yalnız o marifet-i imaniyenin bürhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatın yüzer kitabları keşfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat Kur'anın mu'cizekâr cadde-i kübrası, gösterdiği hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye; o ülema ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. İşte Risale-i Nur bu câmi' ve küllî ve yüksek marifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur'an aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur'an ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidata ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur'an nuruyla vesile olsun. Hadîs-i Şerif'te vardır ki: "Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır." "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur." Hattâ Nakşîlerin hafî zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir. Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

"İhlas" ve mektubların suretlerinin hafiyeler tarafından alınması, sizi müteessir etmesin. Zâten o mektubları ve "İhlas" ve İhbar-ı Aleviye'yi onlara okutmak, Risale-i Nur hesabına ve fütuhatına lâzım idi. Hem bu hâdise zamanında İstanbul'da bolşevizm aleyhindeki nümayiş hâdisesi, Risale-i Nur'a karşı perde altında hücum eden iki kuvvet birbirine vaziyet almağa başladığı cihetle, Risale-i Nur fütuhatına büyük bir vesiledir. Muvakkat bize karşı bazı ilişmeler olsa da, hiç ehemmiyeti yok. Çünki bolşevizmin, müslümanlar içinde anarşilik mahiyetinde küfr-ü mutlak ve fikr-i tabiatla yerleştirilmesine mukabil, ancak ve ancak Risale-i Nur'un fevkalâde kuvvetli hakikatları çıkabilmesinden, milliyetperver ve vatanperver ve siyasetçiler ve dindarlar, Risale-i Nur'un arkasına girmeğe ve onunla barışmağa ve onunla siper almağa bir yol açılıyor nazarıyla bakıyoruz.

Said Nursî

* * *

Afyon Emniyet Müdürlüğü'ne!

Zâtınızı tanımadan bir defa gördüğüm vakit insaflı ve adaletli gördüğümden herkesten evvel, alâkadar olduğum bir hakikatı size beyan ediyorum. O hakikatı alâkadar makamata vazifeniz itibariyle bildirmeyi, size bırakıyorum. O hakikat da şudur:

Benim şimdiki vaziyetim, tarihte emsali yoktur. Herşeyden tecrid-i mutlak içinde, herkesten hattâ câmideki cemaat adamlarından ve temastan memnu' olduğum halde; ihtiyarlık, hastalık, yoksulluk içinde birden kalbime geldi ki: Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır. Maddî cihette elimden hiçbir şey gelmiyor. Yalnız Kur'andan anladığım ve kaleme aldığım Meyve Risalesi ile Hüccet-ül Baliga'yı yeni hurufla tab'etmek için bazı kardeşlerime izin verdim. O iki risaleyi iki seneye yakın alâkadar Ankara makamatı ve ehl-i vukufu, hem Denizli Mahkemesi tedkikten sonra mûcib-i mes'uliyet hiçbir şey bulamayarak bize resmen teslim ettiler. Hem cevab gönderdim ki; sansüre ve büyük muharrirlere göstersinler, sonra tab'etsinler. Hem tab'dan sonra resmen hükûmetin oniki makamatına vermek bir usûldür. Sonra da İhlas Risalesi ile İktisad Risalesi'ni de o iki risalenin âhirine ilhak edip yeni hurufla tab'edilsin. Kat'iyen size beyan ediyorum ki benim maksadım, bunun tab'ında, bu mübarek milleti ve vatanı manevî ve maddî anarşilikten muhafaza etmek ve asayiş ve inzibata manevî yardım etmek ve anarşiliği uyandıran haricî bir cereyanın istilâsına manevî sed çekmek ve âlem-i İslâm'ın bize karşı itiraz ve ittihamını izaleye ve eski muhabbet ve uhuvvetini celbetmeye çalışmaktır. Fakat maatteessüf ben dünya ile alâkadar olmadığımdan ve ehl-i idare ile de göşmediğimden ve dünya halini bilmediğimden ve kanunsuz ilişmek belasına maruz kaldığımdan, eskiden beri perde altında bana husumet eden bazı insanlar, fırsat bulup zabıtayı, ya adliyeyi evhamlandırıyorlar.


Ezcümle: Acib bir tesadüfle işittim ki; dört risalem ile bu iki sene zarfında yazdığım mektubların suretini taharri memurları şimendiferde tutmuşlar. O risalelerin ikisi, "İhlas"tır. Gerçi bir derece mahremdir, fakat mahkeme, hem Ankara ehl-i vukufu tedkikten sonra zararsız görmüşler ki, bize iade ettiler.

Hem sansüre ve büyük muharrirlere göstermek için İstanbul'a gönderilmiş "İktisad" ise, bu zamanda herkese lâzımdır. Onsekizinci Lem'a olan Keramet-i Aleviye ise, yanlışlıkla onlara, beraber gönderilmiş. Değil o risaleyi tab'etmek, belki en mahrem kardeşlerime de ancak okumasına izin veriyorum. Hem o, dünyaya bakmıyor. Hem ehl-i vukuf ve mahkeme, tedkik etmiş, bize iade etmişler.

Hem, on sene evvel Eskişehir Hapishanesi'nde çok sıkıntılı bir zamanımda ve teselliye çok muhtaç olduğum bir zamanda bir müjde-i manevî kalbime geldi, ben de kaleme aldım. Amma benim bu iki sene, belki dört-beş senede yazdığım mektubların suretleri, değil o risaleler ile beraber tab' ve neşretmek; belki mahrem bir-iki dostumun arzusu ile okunmasını merak edip beraber gönderilmiş. Bu mektubları kendim yazdığımın sebebi, benim yüzümden hapiste sıkıntı çekenlere bir teselli, bir musahabe ve bu vatan ve millete dünya ve âhiretlerine yirmi seneden beri büyük menfaatı görülen Risale-i Nur hakkında bir müdavele-i efkâr etmek içindir. Hem zâtınıza, hem Ankara makamatına yazdığım bazı hasbihaller, belki içinde bulunmuş. İşte bu mahiyetteki risaleler ve mektublar, taharri memurları tarafından alınmış; belki size de gelmiş veya gelecek ihtimaliyle size bu hakikatı beyan ediyorum. Benim şimdi pek ağır beş-altı cihetteki sıkıntılarıma evham yüzünden kanunsuz bana iliştirmeğe meydan vermemenizi, sizin vazifeperverliğinizden ve ciddiyetinizden ümid ediyorum.

* * *

(İstanbul'da hâdiseyi gören Risale-i Nur talebelerinin mektubundan bir parçadır.)

Aziz kardeşlerimiz!

"Lehülhamdü velminne" dün, Nur'un manevî bir fütuhatı, bütün azamet ve dehşetiyle İstanbul'da görüldü. Küfr-ü mutlakı dünyaya, hususan âlem-i İslâm'a yerleştirmek isteyen bir cem'iyet ve onun naşir-i efkârı ve mürevvic-i âmâli olan bir-iki gazete matbaası ve kütübhanesi darmadağın edilerek; dinsiz yaptık, komünist yaptık zannedilen gençlik ve mekteblilerin ağzıyla ve harekâtıyla ve fiilleriyle protesto edildi. "Kahrolsun komünistlik" diye beddualar edildi. Bu cem'iyetin binler lira maddî, milyonlar lira da manevî zararı oldu. Ve üzülen bizlere, kalbimiz ve ruhumuzla çok alâkadar bir şahs-ı manevî:

Ey Nurcular! Şimdi maddî imkân hasıl olmuyor diye üzülmeyiniz. Nur'un fütuhatı geniş bir sahada devam ediyor. Küllî bir muvaffakıyet hasıl oluyor. Vesaire vesaire diye bağırdı. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Size, manidar ve acib ve Risale-i Nur'un talebeleriyle ve Risale-i Nur'a ve Âyet-ül Kübra'nın kerametiyle ve ehl-i dünyanın ilişmek niyetleriyle alâkadar, karşımda eskiden belediye bulunan hükûmet dairelerinden birisi, hiçbir şey kurtulmayarak, hiç görmediğimiz acib bir parlamakla gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat Cehennem gibi yandığı halde; tam bitişiğinde, Risale-i Nur'un Çalışkanlarından bir talebesi, yine iki kardeşinin, masum Ceylân'ın sermayelerinin kısm-ı azamı bulunan büyük mağazaları, o yangın yeri ile iki küçük dükkân fasıla ile o dehşetli yangın bütün şiddetiyle mağazaya doğru gelirken bîçare Ceylân yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk." Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra'nın bir kısım matbu' nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur'u ve Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın hıfzında olan mağazaya kat'iyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı. Yalnız ahali camlarını kırdılar. Eğer ahali ilişmeseydi, eşyalarını almasaydılar, hiçbir zarar olmayacaktı.

İşte Isparta halıcıhanesinin yangını ile, Risale-i Nur'un derslerine köşklerini tahsis eden zâtların o dehşetli yangınla bitişik iki kardeşinin iki hanesinin kurtulması Risale-i Nur'un bir kerameti olduğu gibi; Kastamonu'da aynen bu Emirdağı yangını gibi, orada karşımdaki dehşetli bir yangının ittisalindeki Risale-i Nur şakirdlerinden Hâfız Ahmed'in evi hârika bir surette kurtulması ve hemşiresinin üçüncü kat yangın içinde hârika bir tarzda, hem elmas ve altun mücevheratını, hem canını Risale-i Nur'un berekâtıyla kurtarması misillü; burada da bu yangın da, Risale-i Nur'un çalışkan talebelerinden ve Çalışkan Hanedanından üç kardeşi olarak dört zâtın o dehşetli yangından kurtulması, Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın bir kerameti olduğuna hem benim, hem onların, hem sair kardeşlerimizin kat'î kanaatımız geldi. Burada eksik olmayan az bir rüzgâr esseydi, o çarşı dükkânlarının ekserisini yandırabilirdi. Hattâ Âyet-ül Kübra mağazasından on-onbeş dükkân tâ uzakta eşyalarını çıkarıp kaçırdılar.

Bazı emarelerle, Sandıklı'da, hem Afyon, Kütahya ortasında, Risale-i Nur'a ve yeni mektublarımı elde etmeleriyle bana karşı bir ilişmek emareleri göründü. O iki hâdisede, İstanbul hâdiseleriyle tokat yediler. Bu defa, niyetlerinde bana ilişmek cezası olarak bu tokat geldi, inşâallah o niyetten onları vazgeçirdi ve korkutup susturdu.

Kardeşlerim! Sizin zekâvetiniz ve tedbiriniz, benim tesanüdünüz hakkında nasihatıma ihtiyaç bırakmıyor. Fakat bu âhirde hissettim ki, Risale-i Nur şakirdlerinin tesanüdlerine zarar vermek için birbirinin hakkında sû'-i zan verdiriyorlar, tâ birbirini ittiham etsin. Belki filan talebe bize casusluk ediyor, der; tâ bir inşikak düşsün. Dikkat ediniz; gözünüzle görseniz dahi perdeyi yırtmayınız. Fenalığa karşı iyilikle mukabele ediniz. Fakat çok ihtiyat ediniz, sır vermeyiniz. Zâten sırrımız yok, fakat vehhamlar çoktur. Eğer tahakkuk etse, bir talebe onlara hafiyelik ediyor; ıslahına çalışınız, perdeyi yırtmayınız. Sizin, hususan Isparta medresesindeki tesanüdünüz; hem Risale-i Nur'u, hem şakirdlerini, hem bu memleketin yüzünü ak etmiş. Ve her tarafta Risale-i Nur'a çalıştıran ehemmiyetli bir sebeb, tesanüdünüzdür ve şevk ve gayretinizdir. Cenab-ı Hak sizleri bu hizmet-i imaniyede daim ve muvaffak eylesin, âmîn âmîn.

Umum kardeşlerime taife taife, birer birer selâm ve dua; ve dualarını rica ediyoruz.

Said Nursî

Yangın hakkında Üstadımızın yazdığı hakikata kat'î kanaatımız geldi, gözümüzle gördük.

Osman, Mehmed, Hasan, Ceylân ve yardım eden İbrahim

* * *

Aziz kardeşim!

Senin mektublarını iyi gördüm. Fakat şimdiki gazeteciler ve baştakiler, hakikatları tam takdir edemiyorlar. Hem Risale-i Nur yalvarmaz, onlar yalvarmalı ve aramalı; ve kıymetini takdir edip müşteri olduktan sonra onların yardımını kabul eder.

Hem şimdi nazar-ı dikkati Risale-i Nur şakirdlerine celbetmemek münasibdir diye düşünüyorum. Fakat yedi sene harb-i umumîye bakmayan ve yirmibeş sene gazeteleri okumayan, dinlemeyen bu kardeşinizin fikri, bu mes'elede sorulmaz. Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur'un has şakirdleri ve müdakkik naşirleri meşveretle, hususan Ispartadakiler ile, maslahat ne ise yaparsınız. Senin bu güzel mektubunu Lâhika'ya yazdık.

Risale-i Nur'un Lâhika Risalesi'nde Feyzi ile Emin ehemmiyetli mevki kazanmışlar; acaba ne haldedirler? O ehemmiyetli mevkie muvafık vaziyete muvaffak oluyorlar mı? Kederleri yok mu? Hem hapishanede hakikaten merdane ve fedakârane istirahatıma çalışan ve on sene şahsıma hizmet kadar beni minnetdar eden Taşköprü'lü Sadık ve Hilmi ve İhsan ne haldedirler? Ve o civarda, hususan İnebolu'daki kardeşlerimi unutamıyorum; beni merak etmesinler. Risale-i Nur'un -bazı arasıra- bazı yerlerde tevakkufuna mukabil, pek tesirli ve ehemmiyetli bir tarzda perde altında fütuhatı var. Telaş etmesinler; ihtiyat ile beraber sebat, metanet ve yazıda devam etsinler.

Umuma binler selâm ve dua ediyoruz.

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Sizleri, birinci vazife-i Nuriyeyi, Asâ-yı Musa'ya ait hizmete başlamanızı tebrik ve Isparta'nızı diyanette ve âdâb-ı İslâmiyede geri değil, ileri gitmesini ruh u canımızla tahsin ve tebrik ediyoruz.

Sâniyen: Denizli'nin Hüsrev'i Hasan Feyzi'nin Risale-i Nur hakkında ve Risale-i Nur'un aslı ve esası ve madeni olan hakikat-ı Kur'aniye ve sırr-ı iman ve nur-u Ahmedî tarifinde yazdığı manzum fıkrası, içinde tam bir samimiyet ve metin bir kanaat-ı imaniye bulunduğundan; hem her şeyi çabuk kabul etmeyen ve delilsiz teslim olmayan âlim, hususan muallim olduğu halde Risale-i Nur'un hakkaniyetini hem kendi namına, hem etrafındaki rüfekasının şahs-ı manevîsi hesabına bir derece fevkalâde, hâlisane tarif etmesinden Sikke-i Tasdik-i Gaybî âhirinde, Lâhika'dan alınan parçaların sonunda yazılmasını, hem ayrıca Lâhika'da da kaydedilmesini ve Halil İbrahim'in de son Risale-i Nur hakkındaki tavsifnamesini dahi bunun gibi Sikke-i Tasdik-i Gaybî'nin arkasında yazılmasını münasib gördük ve burada da öyle yaptık. Çünki bu kadar kuvvetli ve samimî bir kanaat, Sikke-i Gaybî'deki îmalar nev'inde hakkaniyetine bir îma, bir emare olabilir.

Sâlisen: Hasan Feyzi'nin mektubunda bahsettiği bütün oradaki kardeşlerimize pek çok selâm, tebrik ediyoruz. Hapishaneleri bir dershane-i Nuriye olduğu gibi, inşâallah Denizli Vilayeti de bir nevi Medreset-üz Zehra hükmüne geçecek. Ve çokların yüzünü ak eden ve Nur'u zulümlerden kurtarmağa çalışan ve Nur'un şakirdlerinin her birisine ona hediye edilen risalelerden ziyade hediye vermiş hükmünde manen bizlere hediyesi var. Bu Nur'un tebriki, umum ona minnetdar olanların hatıralarıdır. Yüzer misli mukabili alınmış bir hatıra-i adalettir.

Râbian: İşaret-i gaybiye ile, altmışdörtte Risale-i Nur te'lifçe tamam olur diye haber-i gaybiyeyi iki hal tasdik ediyor:

Birincisi: Çok mühim noktalar hatıra geldiği halde, risaleyi te'lif cihetine sevkedilmiyor.

İkincisi: Risale-i Nur'un hıfz ve neşrine ve sahabet ve himayetine çalışmak için hayat isterdim. Fakat hadsiz şükür olsun ki, bir bîçare ihtiyar Said yerinde çok genç Said'ler o vazifeyi yapıyorlar. Hususan Hüsrev'ler, Feyzi'ler, Ahmed'ler, Mehmed'ler, biraderzadem gibi çok Abdurrahman'lar ve hakeza Hâfız Ali'yi kabrinde mesrur, müferrah ettikleri gibi, inşâallah kabrimde de öyle mesrur edecekler.

Umum kardeşlerime, masumlara, ümmiler, hemşireler gibi her taifenin herbirisine birer birer selâm ve dua ediyoruz. Çalışkanların da Risale-i Nur'un bereketiyle o yangından ziyanları yoktur, sizlere arz-ı hürmet ve selâm edip ellerinizden öperler.

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Birkaç aydan beri aleyhime çevrilen desiseleri meydana çıktı. Hıfz-ı İlahî ile o musibet, yirmiden bire indi.

Hâlî zamanda câmiye gidiyordum. Haberim olmadan, talebeler beni üşütmemek için, mahfelde bir kulübecik yapmıştılar. Ben de dört-beş gündür kendi kendime karar verdim, daha gitmeyeceğim. O malûm zabit adam vasıta olup kulübeciği kaldırdılar. Bana da resmen tebliğ ettiler ki: "Daha câmiye gitmeyeceksin." Fakat manasız habbeyi kubbe yapıp bir heyecan verdiler. Hiç ehemmiyeti yok, hiç de merak etmeyiniz. Tahminimce, her tarafta haddimden pek fazla teveccüh-ü ammeyi kırmak için, bana böyle bazı bahanelerle ihanet ediyorlar. Eski zamanımışünüp güya tahammül etmeyeceğim. Halbuki -Risale-i Nur'un selâmet ve intişarına halel gelmemek şartıyla- her gün bin ihanet ve tazibler de gelse, Allah'a şükrederim. Ben ehemmiyet vermediğim gibi, buradaki talebeler de hiç sarsılmıyorlar. Çoktan beri beklediğimiz bu hâdise de, inayet-i İlahiye ile hafif geçti.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Nur-u Muhammedîye ve sahabeye bakan dört sahife çok güzeldir. Âhirinde, Risale-i Nur'a ve dolayısıyla bize bakan kısımlar Hasan Feyzi'nin hüsn-ü zannı pek fazla gitmiş. Gerçi o âhir-i kasidesinde Risale-i Nur'un hakikatını ve şahs-ı manevîsini murad etmiş. Yine ta'dile muhtaç gördüm. Bazı kelimeleri ilâve ve birkaçını tebdil ettiğim halde, yine ondan benim hisseme düşen, bin derece haddimden ziyadedir diye titredim. Fakat madem şakirdleri şevke ve gayrete getiriyor, size havale ediyorum. Siz, hem bu zamandaki vehhamlıları, hem mesleğimizin muktezası olan mahviyet ve ihlas ve terk-i enaniyet noktalarını nazara alınız; münasib gördüğünüz kelimeleri ta'dil ediniz. Bu fütur zamanında ehemmiyetli bir kamçı-yı teşviktir, arkadaşlara gönderebilirsiniz.

Hem o kıymetli kardeşimiz, merhum Hâfız Ali'nin (R.H.) vârisi ve halefi yerinde Risale-i Nur'a fevkalâde irtibat ve sadakatla bağlıdır. Benim ta'dilimden gücenmesin.

Gayet samimî bir kanaatla ve kuvvetli bir itimad ile ve derin bir ilimle ve parlak bir iman ile Risale-i Nur'un mahiyetini iki defadır tarif eden Risale-i Nur'un has şakirdlerinden ve ehemmiyetli eski muallimlerinden Hasan Feyzi'nin Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den aldığı bir ilham ile Risale-i Nur hakkında ve o nurun menbaı ve esası olan Nur-u Muhammedî (A.S.M.) ve hakikat-ı Kur'an ve sırr-ı iman tarifinde bu kasideyi yazmıştır.


بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

Ahmed yaratılmış o büyük Nur-u Ehad'den

Her zerrede nurdur, o ezelden hem ebedden

Bir nur ki odur hem yüce hem lâyetenahî

Ol Fahr-i Cihan Hazret-i Mahbub-u İlahî

Parlattı cihanı bu güzel Nur-u Muhammed (A.S.M.)

Halkolmasa, olmaz idi bir zerre ve bir ferd

Ol nuru ânın, her yeri her zerreyi sarmış

Baştan başa her dem bu kesif zulmeti yarmış

Bir nur ki odur sade ve hem lâyetezelzel

Âri ve berî cümleden üstün ve mükemmel

Bir nur ki bütün zerrede ancak o nümâyân

Bir nur ki verir kalblere hem aşk ile iman

Bir nur ki eğer olmasa ol nur hele bir an

Baştan başa zulmette kalır hem de bu ekvan

Bir nur ki değil öyle muhat, hem dahi mahsur

Bir nur ki eder kalbi de pürnur, çeşmi de pürnur

Bir lem'adır andan, şu büyük şems ve kamerler

Hep işte o nurdan bu acaib koca âlem

Halk oldu o nurdan yine Cennet'le Cehennem

Şekk yok ki o nurdur okunan Hazret-i Kur'an

Ol nur-u ezel hem sebeb-i hilkat-ı insan

Her şeye odur mebde' ve asıl ve esas hem

Ondan görünür nev'-i beşer böyle mükerrem

Bir zerre değil, bahr-i muhit o bahr-i münirden

Hem nasıl beşer hiç kalıyor hepsi de birden

Şekk yok ki cihan, katre-i nurundan o nurun

Şekk yok ki bu can, zerre-i nurundan o nurun

Sönsün diye üflense, o derya gibi kaynar

Söndürmeğe hem kimde aceb zerre mecal var

Söndürmeğe kalkmıştı asırlar dolu küffar

Kahreyledi her hepsini ol Hazret-i Kahhar

Hep sönmüş asırlar, yanıyor sönmeden ol

Tarihe sorun, kimdir o nur, hem kim imiş menfur

Alnında yanan Nur-u Muhammed'di Halil'in

Yetmezdi gücü, bakmağa her çeşm-i alilin

Görseydi Resul'ün o güzel nurunu, Nemrud

Yakmazdı o dem, nârını ol kâfir-i matrud

Bir sivrisinek öldürüyor o şah-ı cihanı (!)

Atmıştı Halil'i ateşe çünki o cani

Bir perde açıp söyledi Hak gizli kelâmdan

Ol ateşe bahseyledi hem berd ü selâmdan

"Dostum ve Resulüm yüce İbrahim'i ey nâr

At âdetini, yakma bugün, sen onu zinhar!"

Bir gizli hitab geldi de ol dem yine Hak'tan

Bir abd-i mükerrem dahi kurtuldu bıçaktan

Ol nurdan için Yunus'u hıfzeyledi ol hut

Ol nur ile kahreyledi hem kavmini ol Lut

Ol hüsn-ü cemal, eyledi âlemleri hayran

Nerden onu bulmuş, acaba Yusuf-u Ken'an

Hikmet nedir, ol derdlere sabreyledi Eyyub

Hem sırrı nedir, Yusuf için ağladı Ya'kub

Öldükçe dirildikçe neden duymadı bir his

Ol namlı nebi, şanlı şehid Hazret-i Cercis

Hasretle neden ağladılar Âdem ve Havva

Kimdendi bu yıllarca süren koskoca dava

Hem âh, neden terkedilip Ravza-i Cennet

Bir dâr-ı karar oldu neden âlem-i mihnet

Nur şehri olan Tur'da o dem Hazret-i Musa

Esrar-ı kelâm hep çözülüp buldu tecella

Bir parça Zebur'dan okusa Hazret-i Davud

Başlardı hemen sanki büyük mahşer-i mev'ud

Bilmem ki neden, yel ve sular hep onu dinler

Bilmem ki neden, hep işiten âh! diye inler

Mahluku bütün kendine râmetti Süleyman

Nerdendi bu kuvvet, ona kimdendi bu ferman

Yellerle uçan şanlı büyük taht-ı mukaddes

Esrar-ı ezelden o da duymuş yine bir ses

Ol hangi acib sır ki, çıkar göklere İsa

Kimdir çekilen çarmıha, kimdir yine Yuda

Nur derdi için tahtını terkeyledi Edhem

Bir başkasının tahtı olur derdine merhem


Çok şahs-ı veli, nur ile hem etti kanaat

Çok şahs-ı denî, nur ile hem buldu keramet

Her hepsi de pervanesi, üftadesi nurun

Her hepsi muamma, gücü yetmez bu şuurun

Fillerle varıp Kâbe'ye hem Ebrehe zalim

İsterdi ki yapsın nice bin türlü mezalim

İsterdi ki o beyt yıkılıp şöhreti sönsün

Halk Kâbe'yi terkederek kiliseye dönsün

İsterdi ki çeksin doğacak nura bir sed

Hem doğmadan ölsün diye Mahbub-u Müebbed

Günlerce gidip Kâbe'ye hem yaklaşan ordu

Birdenbire bir tehlike sezmiş gibi durdu

Sür'atle gelip bir sürü kuş, semt-i bahirden

Taş harbine başlar pek acib hepsi birden

İndikçe havadan o muamma gibi taşlar

Cansız yıkılıp yerlere yatmış nice başlar

Şahıyla beraber kocaman orduyu Mevlâ

Olsun diye Mahbub'a nişan, eyledi mevta

Hem kavm-i Kureyş, söndürelim derken o nuru

Erkek ve kadın, cümlesinin kaçtı huzuru

şrik ve muvahhid, iki fırka olup urban

Yıllarca dökülmüş yine üstüne bir kan

Şakk etti Kamer, Fahr-i Beşer, ol yüce Server

Her yerde ve her anda onun nuru muzaffer

Kur'andı kali, nurdu yolu, ümmeti mutlu

Ümmet olanın kalbi bütün nur ile doldu

Çekmezdi keder, ol sözü cevher, özü kevser

Ol Sure-i Kevser, dedi a'dasına "ebter!"

Ol Şems-i Ezel'den kaçınan ol kuru başlar

Gayya-i Cehennem'de bütün yakmış ateşler

Bitmişti nefes, çıkmadı ses, bıktı da herkes

Ol nura varıp baş eğerek hem dediler pes

İdraki olan kafile ayrıldı Kureyş'ten

Feyz almak için doğmuş olan şanlı güneşten

Ol kevser-i Ahmed'den içip herbiri tas tas

Olmuştu o gün sanki mücella birer elmas

Ol başlara taç, derde ilâç, mürşid-i âlem

Eylerdi nazar bunlara nuruyla demadem

Bunlardı o a'dayı boğan bir alay arslan

Hak uğruna, nur uğruna olmuş çoğu kurban

Bunlardan o gün ehl-i nifak cümle kaçardı

şrik ise, ol aklı anın kalmaz uçardı

Bunlardı o Peygamberin ashabı ve âli

Dünyada ve ukbada da hem şanları âlî

Tavsif ediyor bunları hep şöylece Kur'an:

Sulh vakti koyun, kavgada kükrek birer arslan

Hep yüzleri pâk, sözleri hak, yolları haktı

Merkebleri yeller gibi Düldül'dü, Burak'tı

Bir cezbe-i "Yâ Hayy!" ile seller gibi aktı

A'daya varıp herbiri şimşek gibi çaktı

Bunlardı o gün halka-i tevhidi kuranlar

Bunlardı o gün baltalayıp küfrü kıranlar

Bunlardı mübarek yüce cem'iyet-i şûra

Bunlardı o nurdan dizilen halka-i kübra

Bunlardı alan Suriye, Irak, ülke-i Kisra

Bunlarla ziyadar o karanlık koca sahra

Bunlardı veren hasta, alîl gözlere bir fer

Bunlardı o tarihe geçen şanlı gazanfer

Her hepsi de bir zerre-i nuru o Habib'in

Her an görünür gözlere ondan nice yüzbin

Nur altına girmiş bulunan türlü cemaat

Hem buldu beka, hem de bütün gördü adalet

Ecdad-ı izamın o büyük ruhları küskün

Zira ne küfürler okunur onlara her gün

Yağmıştı o gün âh ne kederler, ne elemler

Âciz onu hep yazmağa, eller ve kalemler

Binlerce yetimin yıkılan kalbini sen yap

Afvet yeter artık, o Habib aşkına ya Rab!..

Derken yeter artık, bizi afvet güzel Allah

Sarsıldı cihan, öldü de bir gümgüme nâgâh

Buz parçası halinde bulut, bir yere düşş

Erkek ve kadın hepsi de ol semte üşüşş

Derhal açılıp gökyüzü hem parladı

ol nurdan gelen Risale-in Nur

Hallak-ı Rahîm eyledi mahlukunu mesrur

Zulmet dağılıp başladı bir yepyeni gündüz

Bir neş'e duyup sustu biraz ağlayan o göz

Bir dem bile düşmezken onun âhı dilinden

Kurtuldu, yazık dertli beşer derdin elinden

Ol taze güneş, ülkeye serptikçe ışıklar

Hep şâd olacak, şevk bulacak kalbi kırıklar

Her kalbe sürur, her göze nur doldu bu günden

Bir müjde verir sanki o bir şanlığünden

Arzeyleyelim ol yüce Allah'a şükürler

Kalkar bu kahr u cehl ü dalal, şirk ü küfürler

Ol nur-u Hüda saldı ziya, kalbe safa hem

Gösterdi beka, göçtü fena, buldu vefa hem

Çıkmıştı şakî, geldi nakî gördü adavet

Eylerdi nefiy, oldu hafî nur-u hidayet

Fışkırdı Risale-i Nur, ufuktan nur-u Risalet

Ol nur-u Risalet verecek emn ü adalet

Allah'a şükür, kalkmada hep cümle karanlık

Allah'a şükür, dolmada hep kalbe ferahlık

Allah'a şükür, işte bugün perde açıldı

Âlemlere artık yine bir neş'e saçıldı

Artık bu sönük canlara can üfledi canan

Artık bu gönül derdine ol eyledi derman

Bir fasl-ı bahar başladı illerde bu günden

Bir sohbet-i gül başladı dillerde bu günden

Benden bana ben gitmek için Risale-i Nur diye koştum

Nur derdine düştüm de denizler gibi coştum

Bir zerrecik olsun bulayım der de ararken

ştüm yine derya gibi bir nura bugün ben

Verdim ona ben gönlümü baştan başa artık

Maşukum odur şimdi benim, ben ona âşık

Ol nur-u ezel hem kararan kalblere lâyık

Ol nurdan alır feyzini hem cümle halâyık

Kahreyledi ol zulmeti Risale-i Nur'a akanlar

Nur kahrına uğrar, ona hasmane bakanlar

Küfrün bütün alayı hücum etse de ey nur

Etmez seni dûr, kendi olur belki de makhur

Sensin yine hazır, yine sensin bize nâzır

Ey nur-u Rahîm, ey ebedî bir cilve-i kudret-i Fâtır

Bir neş'e duyurdun imanla sırr-ı ezelden

Bir müjde getirdin bize ol namlı güzelden

Madem ki içirdin bize ol âb-ı hayattan

Bir zerre kadar kalmadı havf şimdi memattan

Hasret yaşadık nuruna yıllarca bütün biz

Masum ve alîl, türlü bela çekti sebebsiz

Yıllarca akan, kan dolu gözyaşları dinsin

Zalim yere batsın, o zulüm bir yere sinsin

Yıllarca, asırlarca bu nurun yine yansın

Öksüz ve yetim, dul ve alîl hepsi de kansın


Ey nur gülü, nur çehreni öpsem dudağından

Kalb bahçesinin kalbine diksem budağından

Her dem kokarak hem o güzel rayihasından

Çıksam yine ben âlem-i fâni tasasından

Nur güllerin açsın, yine miskler gibi tütsün

Sinemde bu can bülbülü tevhid ile ötsün

Sensin bize bir neş'e veren ol gül-ü hâlis

Sensin bize hem cümleden a'lâ, dahi muhlis

Ey Nur-u Risalet'ten gelen bir bürhan-ı Kur'an

Ey sırr-ı Furkan'dan çıkan hüccet-i iman

Sendin bize matlub, yine sendin bize mev'ud

Sayende bugün herkes olur zinde ve mes'ud

Her an seni bekler ve sayıklardı bu dünya

Hak kendini gösterdi, bugün bitti o rü'ya

Bin üçyüz senedir toprağa dönmüş nice milyar

Mü'min ve muvahhid seni gözlerdi hep ey yâr

Her hepsi de senden yana söylerdi kelâmı

Her hepsi de her an sana eylerdi selâmı

Nur çehreni açsan, atarak perdeyi yüzden

Söyler bana ruhum yine مَا ازْدَدْتُ يَقِينًا

Vallah, ezelden bunu ben eyledim ezber

Risale-in Nur'dur vallah o son müceddid-i ekber

Yüzlerce sened, hem nice yüzlerce işaret

Eyler bu mukaddes koca davaya şehadet

En başta gelen şahid-i adl Hazret-i Kur'an

Göstermiş ayânen otuzüç yerde o bürhan

يَامُدْرِكًا nin kalbine gömmüş Esedullah

Çok sır ki, bilenler oluyor hep sana âgâh

كُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ demiş ol pîr-i muazzam

Binlerce veli hem yine yapmış buna bin zam

Mu'cizdir o söz, haktır o öz, görmedi her göz

Artık bu muammaları gel sen bize bir çöz

Altıncı Söz'ün aldı bütün fiil ü sıfâtı

Verdim de arındım ona hem zât u hayatı

Müflis ve fakir bekliyordum şimdi kapında

Tevhide eriştir beni, gel varını sun da

Ben ben diye, yazdımsa da sensin yine ol ben

Hiçten ne çıkar, hem bana benlik yine senden

Afvet beni ey afvı büyük, lütfu büyük Risale-in Nur

Bir dem bile hem eyleme senden beni ya Rabbena mehcur

Nur aşkına, Hak aşkına, dost aşkına ey nur

Nurunla ve sırrınla bugün kıl bizi mesrur

Ey Nur-u Ezel'den gelen Nur-u Muhammed (A.S.M.)

Ey sırr-ı imandan gelen nur-u müebbed

Binlerce yetimin duyulan âhını bir kes

Sarsar o büyük arşı da vallah bu çıkan ses

Vallah cemilsin, yeter artık bu celalin

Göster bize ey Nur-u Muhammed, bir kerre cemalin

Dergâhını aç, et bize ihsan, yine ey nur-u Risalet

Biz dertli kuluz, kıl bize derman, yine ey nur-u hakikat

Emmare olan nefsimizin emrine uyduk

Ver bizlere sen nur ile îkan, yine ey Nur-u Kur'an

Hırs ateşi sönsün de gönül gülşene dönsün

Saç nurunu, hem feyzini her an, yine ey nur-u iman

Sen nur-u Bedi', Nur-u Rahîm'sin bize lütfet

Hep isteğimiz aşk ile iman, yine ey Nur-u İlahî

Dinin çekilip, dev gibi saldırmada vahşet

Rahmet bizi garketmeye tufan, yine ey Nur-u Rahmanî

Pürnura boyansın bütün âfâk-ı cihanın

Her yerde okunsun da bu Kur'an, yine ey Nur-u Sübhanî

Mahbubuna uyduk, hepimiz ümmeti olduk

Ağlatma yeter, et bizi handan, yine Ey Nur-u Rabbanî

Ol Ravza-i Pâk-i Ahmed'i (A.S.M.) göster bize bir dem

Artık olalım hep ona kurban, yine Ey Nur-u Samedanî

İslâm'a zafer ver, bizi kurtar, bizi güldür

A'damızı et hâk ile yeksan, yine ey Nur-u Furkanî

Her belde-i İslâm ile, olsun bu yeşil yurd

Tâ haşre kadar cennet-i canan, yine ey Nur-u imanî

Ol Fahr-i Cihan, Âl-i Abâ hakkı için ya Rab

Hıfzet bizi âfât u beladan, ya Nur-el Envar, bihakkı ismike-n Nur!

Âciz, bîçare talebeniz

Hasan Feyzi (Rahmetullahi Aleyh)

* * *


Aziz, sıddık kardeşlerim!

Gayet ehemmiyetli bir mes'eleyi -bundan evvel size icmalen beyan ettiğim mes'eleyi- tekrar size söylememe kuvvetli, manevî bir ihtar aldım. Şöyle ki:

Perde altındaki düşmanımız münafıklar, şimdiye kadar yaptıkları gibi, adliyeyi ve siyaset ve idareyi zâhirî dinsizliğe âlet edip, bize hücumları akîm kaldığı; ve Risale-i Nur'un fütuhatına menfaati olan eski plânlarını bırakıp, daha münafıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plân çevirdiklerine dair buralarda emareleri göründü. O plânların en mühim bir esası; has, sebatkâr kardeşlerimizi soğutmak, fütur vermek, mümkün ise Risale-i Nur'dan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acib yalanları ve desiseleri istimal ediyorlar ki, Isparta ve havalisi, gül ve nur fabrikasının kahraman şakirdleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lâzım ki dayanabilsin. Bazı da dost suretinde hulûl edip, korkutmak mümkünse, habbeyi kubbe edip evham veriyorlar. "Aman, aman Said'e yanaşmayınız! Hükûmet takib ediyor" diye zaîfleri vazgeçirmeye çalışıyorlar. Hattâ bazı genç talebelere, hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar. Hattâ Risale-i Nur erkânlarına karşı da, benim şahsımın kusuratını, çürüklüğünü gösterip; zâhiren dindar ehl-i bid'adan bazı şöhretli zâtları gösterip; "Biz de müslümanız, din yalnız Said'in mesleğine mahsus değil" deyip, bize karşı perde altında cephe alan zındıklara ve anarşilik hesabına o safdil ehl-i diyanet ve hocaları âlet edip istimal ediyorlar. İnşâallah bunların bu plânları da akîm kalacak. Böyle heriflere dersiniz:

"Biz, Risale-i Nur'un şakirdleriyiz. Said de, bizim gibi bir şakirddir. Risale-i Nur'un menbaı, madeni, esası da Kur'andır. Yirmi senedir emsalsiz tedkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da isbat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -El'iyazübillah- Risale-i Nur'un aleyhine dönse, bizim sadakatımız ve alâkamızı inşâallah sarsmayacak." deyip, o kapıyı kaparsınız. Fakat mümkün olduğu kadar Risale-i Nur'la meşgul olmak, elinden gelirse yazmak ve mübalağalı propagandalara hiç ehemmiyet vermemek ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.

Said Nursî

* * *


Bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâm'ın teveccühünü ve hamiyetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliğe âlet ederek, perde altında küfr-ü mutlakı yerleştirmek isteyenler, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp der: "Risale-i Nur şakirdleri, dini siyasete âlet eder; emniyete zarar vermek ihtimali var." Halbuki, bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti ve umum âlem-i İslâm'a taalluk edecek hakaikı câmi' olduğu, otuzüç âyât-ı Kur'aniyenin işaretiyle ve İmam-ı Ali'nin (R.A.) üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ı Azam'ın kat'î ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur'un, siyasetle alâkası yoktur. Fakat küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşilik ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar, reddeder. Emniyeti ve asayişi ve hürriyeti ve adaleti temin eder. Risale-i Nur'a daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez. Daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid'a taraftarları veya enaniyetli sofî-meşreblileri, bazı kurnazlıklar ile, Risale-i Nur'a karşı iki sene evvel İstanbul'da ve Denizli civarında olduğu gibi istimal etmeye münafıklar belki çabalayacaklar. İnşâallah muvaffak olamazlar.


Kardeşlerim,
Şimdi tam tahakkuk etti ki, resmen bana ihanet ve hakaret etmek, onunla, teveccüh-ü ammeyi hakkımda kırmak için gizli bir tedbir kurulmuş. Benim bütün dostlarımı perde altında soğutmak ve ürkütmeye çalışıyorlar. Halbuki, Sikke-i Tasdik-i Gaybi onların bütün propagandalarını zir ü zeber ediyor.
Gerçi böyle dinsizlik hesabına bana olan hakaret, bir derece beni sıkıyor, eski Said den kalma bazı damarlarıma dokunuyor. Fakat Risale-i Nur'un harika fütuhatı ve şakirtlerinin ehl-i hakikat nazarında ve ruhani ve melaikeler yanında hürmet ve merhametle karşılanmaları, benim şahsıma gelen ihanet ve hakaretlerin sivrisinek kanadı kadar ehemmiyeti kalmaz. O bedbaht ehl-i ihanet, dindarlık cihetiyle, ehl-i din ve ehl-i ulum-u diniyenin hürmetini kırmak dine bir ihanet olduğu cihetinde, ruhani ve melaikelerin ve ehl-i İmân ve ehl-i hakikatın nazarında mel un olduğu gibi, binden ancak bir iki serserinin veya zındığın aferinini kazanırlar.
O bedbahtlar bana hakaret etmekle, güya Risale-i Nur'un nüfuzunu kırıyor; şahsımı menba zannedip beni çürütmekle, Risale-i Nur sukut edecek gibi ahmakane bir zan ile şahsıma tecavüz oluyor.
Ben de derim: Ey bana dinsizlik hesabına ihanet ve hakaret eden bedbahtlar! Kat iyen size haber veriyorum, yakında-tevbe etmemek şartıyla-hiç çare-i halas yok ki, ecel
celladıyla sen, idam-ı ebedi ile ölüm darağacı ile asılacaksın! Şeraretli ruhun dahi ebedi bir haps-i münferitte mahkum olmakla beraber, ehl-i İmân ve ruhanilerin nefret ve lanetini kazanacaksın. Tevbe etmemek şartıyla, benim intikamım, senden pek muzaaf bir suretle alınıyor bildiğimden, hiddet değil, hatta sana acıyorum!
Amma Risale-i Nur'un, senin gibi sinekler kadar ehemmiyeti olmayanların perde çekmesi, zerre kadar nüfuzunu kıramaz. Yüz binler adam onunla imanlarını kurtardıkları için, ruh u canla hürmet ve perestiş ederler.
Amma şahsımın teessürü ise, katiyen size haber veriyorum ki, bir iki dakika asabiyetle bir teessüratıma mukabil, birden öyle bir teselli buluyorum ki, bin derece sizlerin hakaret ve ihaneti ziyadeleşse o teselliyi kıramaz. Çünkü, Risale-i Nur'un keşf-i kat isiyle, dinsizlik hesabına bize hücum edenler, ebedi azaplar ve haps-i münferitte ve idam-ı ebedi ile ihanetini gördükleri gibi, Risale-i Nur la imanını kurtaran şakirtleri, ölümle terhis tezkeresi ve saadet-i ebediye vesikasını alıp, ebedi bir hürmet ve merhamet ve ikrama mazhar olacaklarını, filozofları susturan binler hüccetlerle beyan etmişiz.
Hem bu Yeni Said, Eski Said gibi kendine hürmet ve teveccüh kazanmak ve şan ve şeref bulmak, katiyen aleyhindedir, katiyen kabul etmez. Onun için, yirmi senedir inzivayı tercih etmiş.
Eğer asayiş ve idare hesabına nüfuzunu kırmak ve umumun nazarında çürütmek için yapıyorsanız, pek büyük bir hata ediyorsunuz. İki sene üç mahkeme, yirmi senelik hayatımın yüz yirmi eserinde, yüz yirmi bin Risale-i Nur şakirtlerinden, mucib-i ihtilal ve medar-ı mesuliyet ve vatan ve millet aleyhinde hiçbir şey bulmadıklarına, beraatimizle ve Risale-i Nur eczalarının bütününü iade etmeleriyle gösterdiği cihetle, katiyen size beyan ediyorum ki, dinsizlik hesabına bizi ezen sizler, vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve müthiş bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem; asayiş, idare lehinde sabır ve tahammüle karar verdim.
Elbette dünya daimi olmadığı gibi, hadisatı da fırtınalı, daima değişir. Birkaç saat cinayetlerle, dünyevi ve uhrevi binler zakkum ve azap neticeleri var. O zaman, faydasız yüz binler teessüf diyeceksiniz. Ben, resmi makamata ve bizimle tam alakadar vazifedarlara yazdığım gibi, sizin gibi bedbahtlara dahi derim: Biz, Risale-i Nur la, bu memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini def etmeye çalışıyoruz ve bilfiil çok emarelerle, hatta mahkemede de kısmen ispat etmişiz.
Birinci tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeye çalışan anarşiliğe karşı sed çekmek.
İkincisi: Üç yüz elli milyon Müslümanların nefretlerini kardeşliğe çevirmekle, bu memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir.
� � �